"CENNETİN KAPILARI"

 

                                 


          Küçücük bir çocuk için o anda hayatının en önemli noktalarından birisinde olduğunu anlayabilmek imkansızdır. Hatta bir yetişkin için bile bu mümkün olmaz. İnsanın hayatında öyle bir an olurki, bir daha asla aynı insan olamaz. 

        Benim hayatımdaki "o an" , 7-8 yaşlarımdayken bir akşam ülkenin tek kanalı TRT'de bir filmi izlemem ile gerçekleşti.

        Güney Amerika'da bir dağ görüntüsüyle açılıyordu film. Ardından görüntüye şapkalı, deri ceketli, belinde katlanmış bir kamçı taşıyan bir adam giriyor, ekrana sırtı dönük şekilde duruyor, dağa doğru bakıyor ve ekranda "A STEVEN SPIELBERG FILM" yazısı gözüküyordu. O anda bu ismin, bu ibarenin tüm hayatım boyunca ne kadar büyük bir etkisi olacağını, bana neler hissettireceğini bilmeyerek ekrana baktım. 


        Şapkalı adam ve yanındaki yerliler ormanın derinliklerinde ilerlemeye başlarlar.Nihayet bir nehir kenarında dururlar.Yerliler, hazineye tek başlarına sahip olmak istedikleri için kendi aralarında işaretleşirler ve birisi silahını çıkartıp şapkalı adama ateş etmek ister. işte o an, benim hayatımın "o an" ıydı. Yerli, silahını çıkartır, silahın horozunu kaldırı ve tam ateş etmek üzereyken, şapkalı adam belinde duran kamçısını çıkartır, kamçıyı şaklatarak yerlinin elindeki silahı düşürür. Yavaş adımlarla içerisinde bulunduğu gölgeden çıkar ve o sahneye kadar görmediğimiz yüzünü görürüz.



        Henüz, 7-8 yaşlarındaki bir çocuk olarak İndiana Jones'un o gölgeler içerisinde çıkıp ekranda ilk göründüğü an benim için, ilahi bir kişiliğin gökyüzünden, yeryüzüne inişi gibi birşeydi. Televizyonun tek kanallı olması nedeniyle ne yayınlansa mecburen izliyordum ama o sahne benim sinema denen büyüyü hücrelerime kadar hissettiğim bir andı. Devamında, yanındaki bir yerliyle mağaraya girişleri , çeşitli tuzaklardan kurtuluşları, altın heykeli alışı, heykeli yerinden alırken yeterli ağırlığı koyamaması nedeniyle tetiklenen tuzaklar ve nihayetinde efsanevi yuvarlak kaya tarafından kovalanma sahnesi. 



      Devamında mağaradan çıkması, rakibi olan nazi işbirlikçisi fransız arkeolog yönetimindeki yerliler tarafından kovalanması, bir deniz uçağı yardımı ile kaçışı ve filmin açılış bölümünün sona ermesi.
      Yazının başından beri anlatığım bu olağanüstü macera dolu sahnelerin toplam süresi yaklaşık olarak 11-12 dk kapsamaktadır.Ama neredeyse bir filmi dolduracak kadar macera doludur.İçerisinde bulunduğunuz yaşam ne şekilde olursa olsun, izlemeye başladığınız ilk dakikadar itibaren sizi bambaşka hissettirmeye başlar.
       Çocukluğu, bizim kuşaktaki her çocuk gibi sokakta oynayarak gayet normal bir şekilde geçmekte olan benim için birden bire hayatının ortasına bomba gibi düşmüştü indiana jones. O ana kadar kurduğum hayaller neydi, kendimi ne olarak hayal ediyordum en ufak bir fikrim yok muhtemelen kafamdan uçup gitmiştir.Ama o andan sonra sonra farkettim ki sinema benim herşeyimdi.
       Ve birşeye emin oldum ki bana bu hisleri yaşatan insan gerçek bir büyücüydü. Filmi izledikten sonra abim bu filmi yapan kişinin adının Steven Spielberg olduğunu ve kendisine "sinemanın harika çocuğu" dediklerini söylediğini hatırlıyorum. İsminin beynime ve kalbime kazındığı andı o. Spielberg, bana sadece sinemayı sevdirmedi, hayal kurmayı da öğretti. İnsanın yaşı kaç olursa olsun hayal kurmayı hiç bırakmaması gerektiğini de öğretti. indiana Jones ardından izlediğim E.T. sayesinde sevmek için aynı türden hatta aynı dünyadan bile olmaya gerek olmadığını, saf sevginin galaksiler arasında mesafe tanımadan var olabileceğini, farklı olanı sevebilmeyi öğrendim. Jaws sayesinde; korkuların üzerine gitmek gerektiğini, korkuların bize hükmetmesine izin vermememiz gerektiğini öğrendim. The Hook sayesinde; insan kaç yaşına gelirse gelsin, yaşı kaç olursa olsun içindeki çocuğu asla kaybetmemesi gerektiğini, içindeki o çocukça saflığı asla unutmaması gerektiğini öğrendim.Jurassic Park sayesinde; teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin doğaya müdahale etmenin ne kadar yıkıcı sonuçları olacağını öğrendim.  Saving Private Ryan sayesinde; savaşın yıkıcılığını, sevgi dolu bir öğretmeni bile elleri titrer hale getirebilecek kadar kötü olduğunu öğrendim. Schindler's List sayesinde; saf kötülüğün, bir ırkı yok etme çabasına karşı, keşke arabamı satıp iki kişinin daha hayatını kurtarabilseydim diyen adamla, insanın hiç tanımadığı insanlar için fedakarlık yapmasının ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Münih sayesinde; intikam duygusunun insan ruhunda ne büyük kapanmaz yaralar açtığını, hasarlar oluşturduğunu hatta tüm hayatını elinden alabileceğini öğrendim.The Post sayesinde; basının bağımsız olması gerektiğin, basının görevinin halkı yönetenlere değil, halka hizmet etmek olduğunu öğrendim. Bunların haricinde; sinemada en önemli unsurun teknoloji ve efektler değil, öykü olduğunu, efektlerin öyküye hizmet etmesi gerektiğini öğrendim.



     
       Bir insan dünyanın taa diğer ucunda bir film yaptı belki de burada bir çocuğun hayatı değişti. Spielberg filmleriyle hiç tanışmasaydım hayatım nasıl olurdu, hayata bakışım nasıl olurdu hiç bilemeyeceğim. Belki çok farklı olurdu, belki de aynı olurdu. Ama şu bir gerçek ki yapmış olduğu o film ile Spielberg bana kesinlikle Cennetin Kapılarını açtı ve o kapı bir daha hiç kapanmadı.   
       









Yorumlar

  1. Ben beğendim yazıyı, ama hangi Spielberg filmi ile Onur’un illiyetini kuracağız onu çözemedim 🙌😄

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel hikaye. Tebrik ediyorum kaleminize sağlık. Sizi yakından tanımak isterim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar