"Kırık Bir Kalbi Nasıl Onarabilirsin"
Bir süredir ertelediğim "The Bee Gees: How Can You Mend a
Broken Heart" belgeselini sonunda izledim.müziğin ötesinde,bir insanın tüm
hayatını çok sevdiği kardeşleriyle birlikte geçirip,kardeşlerinin ölümü sonrası
yanlız başına kalmış olmasının hüznünü de çok iyi yansıtıyor.
Bee Gees,Barry,Maurice ve Robin kardeşler 50'li yılların sonlarında aslen İngiliz olmalarına rağmen babalarının işi nedeniyle Avustralya'ya taşınmaları nedeniyle orada büyüyorlar ve müziğe orada başlıyorlar.Daha sonra müziğin kalbi ingiltere'ye dönüyorlar.Ben mesela Bee Gees'in ilk zamanlarında 60'larda,Beatles tarzı şarkılar yapıp 1 numara olmuş bir gurup olduğunu bilmiyordum.özellikle Britanyada ciddi üne kavuşuyorlar ve cam çerçeve kırmalı hayran sayısına ulaşıyorlar.O yıllarda Beatles manyaklığının yaşandığını düşününce ciddi çok önemli bir başarı bu.60'ların sonlarına gelindğinde her gurupta olduğu gibi onlarda da sıkıntılar çıkmaya başlıyor birbirlerini çok seven üç kardeş olmalarına rağmen.Özellikle gurubun solisteri olan en büyük abi Barry ve Robin arasında.ve ayrılmaya karar veriyorlar.Ama bir senelik bir ayrılıktan sonra hasrete dayanamayıp yeniden bir araya geliyorlar.
Daha sonra efsane Ahmet Ertegün ve Atlantic
Recordsla anlaşıyorlar ve Amerika günleri başlıyor ki bu hayatlarındaki en büyük adım oluyor.Amerikaya gitmelerindeki en büyük desteği yakın dostları Eric Clapton'dan görüyorlar.Clapton'da gurubu The Cream ile Atlantic Recordsa bağlı zaten.Hatta Amerikaya gittiklerinde Miami'de daha önce Clapton'ın kaldığı
villada yaşamaya başlıyorlar.En büyük şansları albüm prodüktörlüklüğünü Arif Mardin'in yapması oluyor.hepimizin çok hoşuna giden şarkı söyleme tarzlarına "falsetto"dendiğini ve bunu Arif Mardin'in "nights on broadway"şarkısının sonunda bir eksiklik hissetmesi sonucu Barry Gibb'e "burada çığlık atabilirmisin"diye sorduğunu ve bu şekilde ortaya çıktığını bu belgeselde öğreniyoruz.
70'li yılların ikinci yarısında artık düşüşe geçmişken hayatlarının en büyük fırsatı karşılarına çıkıyor.Amerikada
önce gay clublarda başlayan disco akımı yavaş yavaş genele yayılmaya
başlamıştır ve başrolünde John Travoltanın oynadığı,disco gençliğini anlatan "Saturday Night Fever"adınd bir film çekilecektir.Bee Gees'ten bu filme şarkı yapması istenir.Ve ortaya içerisinde Stayin' Alive,How deep is your love,Night Fever,More than a woman gibi harika şarkıların olduğu muhteşem bir soundtrack çıkar.Albüm Amerika ve İngiltere'de 1 numara olur,satış rekorları kırar Grammy dahil bir çok ödül kazanır.Bu şarkıların her biri listelerde ayrı ayrı 1 numara olurlar.Albüm 24 hafta boyunca 1 numarada kalır ve bu rekoru
yıllar sonra Michael Jackson "Thriller"albümü ile kırar.ALbüm en
başarılı Bee Gees albümü olur fakat normal bir Bee Gees albümü değil,bir film için hazırladıkları soundtrack albümdür.
Tabiki her güzel giden şeyin bir sonu vardır.Birgün ortaya 97.9 WLUP radyosunun Steve Dahl isimli dj'i ortaya çıktı ve Bee Gees için karanlık günler başladı.Steve Dahl rock müzik hayranı,disco müzikten adeta ölümüne nefret eden bir dj dir.neredeyse tüm radyo programlarını disco karşıtı yayınlar haline getirir.ve tüm oklarıda bu türün yayılmasından sorumlu tuttuğu Bee Gees'e yöneltir.Ancak burada belirtmek gereken bir durum var,Barry Gibb'in kendi sözleriyle belirttiği üzere,Bee Gees'in disco müzikle bir ilgisi yoktur.Barry "biz hiçbir zaman disco müziği yaptığımızı söylemedik.biz sadece bir pop müzik gurubuyuz"der.Steve Dahl'ın protestoları o kadar
azıtır ki Chicago White Sox beyzbol takımı ile ortak bir protesto planlar.12 Temmuz 1979 akşamı maçtan önce stadyumda disco karşıtı bir gösteri yapar.Discodan nefret eden white sox pazarlama müdürü Mike Week'te taraftarları ve disco karşıtı dinleyicileri yanlarında bir disco plağı ile maça gelmeye davet eder.Normalde 15.000 seyirci ortalamasıyla oynayan white sox'ın stadına o gün yaklaşık 50.000 seyirci gelir.tüm seyircilerin getirdikleri disco plakları
sahanın ortasında toplanır,sahaya askeri kıyafetle inen Steve Dahl tüm plakları küçük çaplı bir bomba ile havaya uçurur.tüm stadyum discoya ölüm diye inler.Steve Dahl'ın yaktığı ve büyüttüğü disco düşmanlığı tüm ülkeye yayılır ve Bee Gees şarkıları hiçbir radyoda çalınmaz hale gelir.O yıllarda bir müzik gurubu için kabustur radyolarda çalınmamak.Bee Gees,zamanla kendini piyasadan
geri çekmek zorunda kalır ve sadece diğer sanatçılara besteler vererek sektörde kalırlar.verdikleri en ünlü şarkı Barbara Stresand'ın söylediği "woman in love"olur.
Aynı dönemlerde üçlünün en küçük kardeşleri Andy Gibb'de artık büyümüştür ve müzik piyasasına girmek ister.Abisi Barry Gibb'in prodüktörlüğünde bir albüm çıkardır ve büyük bir başarı yakalar.
Belgeselde beni en çok etkileyen,müzik tarihinin önemli guruplarından birisinin anlatılmasının ötesinde,Barry Gibb'in
ara ara günümüzdeki haline dönüş yaparak duygu ve düşüncelerini aktardığı sahneler oldu.Önemli bir müzik adamının ötesinde gözlerinde,tüm hayatını birlikte geçirdiği kardeşlerini kaybeden ve bu hayatta yapayanlız kalan bir
adamın hüznü vardı.En küçük kardeşleri Andy Gibb,yakaladığı şöhret içinde başı dönüp uyuşturucu ve alkolün içine düşüp 1988 senesinde henüz 30 yaşındayken kalp krizinden öldü.Bee Gees üyelerinden maurice Gibb 2003 yılında bir ameliyat esnasında kalp krizi geçirip,Andy Gibb kanser nedeni ile hayatını kaybettiler.Zaeten belgeselde "bütün ailem artık yok ama hayat bu.her aile için geçerli bu,herzaman sona biri kalır"sözleri ile başlıyor.
Yaşanan tüm şöhret dolu,görkemli zamanlardan sonra sona kalan kişi tüm hüznü üzerinde taşır.Tüm anılar,sevinçler,kahkahalar,kavgalar,üzüntüler son kalanın elinde kalan en son şey olur.
Belgesel biterken,Barry kalbindeki tüm yanlızlığı cümleye döktü "keşke hiçbir şarkımız 1 numara olmasaydı da kardeşlerim yanımda olsaydı".
Yorumlar
Yorum Gönder